Büyüdüğüm YOL ‘ 1

 •UYARI•

Hikaye argo ve küfür içerir. Yetişkin etiketiyle yayımlanacak. Lütfen hassasiyeti olanlar bu uyarıya kulak versin.

Anlayışınız için teşekkür ederim.

!!!!







•Santino Le Saint - Maria Don't Call Me•


•••


Bir çöplükte mi yoksa leş gibi duvarlar arasında mı ölüp gitmek istersin diye sorsalardı eğer, ben onlara üçüncü bir seçenek olarak bok çukurunu teklif ederdim.


Hangisinin beni daha masum ve daha acınası göstereceği önemli olmalıydı belki, ama hiçbir zaman yüzü nur saçan bir melek olarak anılmak istememiştim.


On yedi yaşında, hayattan büyük beklentileri olmasına rağmen, aksi yöne yürümekle meşguldü başarı merdivenlerini çıkması gereken ayaklarım.


Başımda, kendim doğursam daha az derdini çekeceğim deli bir annem vardı. Bir de onun Allah'ından bulmuş gamsız vicdanı.


Kelle koktukta gün geçirmeye çalıştığım yetmezmiş gibi, üstüne bir de hayatın sunduğu imkanları kovalayıp çiçekli böcekli yolda gülücükler saçan koduğumun Heidi'si olmamı mı bekliyordu hayat benden?


Ama oldum. 


Bir şeyler oluyordum ama Heidi değil. Hayat bana kurtulmam için bir fırsat verdiğinde, yürüttüğü yolun sonunda önüne atılan kemiği yalamakla yetinen Joseph'dim.


Aklıma gelen görüntüyle kendi halime gülerken , direksiyonda oturan eniştemin aynadan bana baktığını hissettim ama gözlerimi kucağımdan kaldırmadım.


Havalı jelatinleri içinde kullanılmayı bekleyen okul üniformam kadar değerli olsaydım eğer eniştem ve hemen ön koltukta oturan kuzenim arka koltukta kendi kendime gülmemin nedenini sorardı bana.


Sadece on dakika önce, parmaklarımın ucunda sallayarak yürürken yere düşürmüştüm, sıradan bir bez parçasını tek bir logoyla kaliteli yapan, üniformaları. Eniştem de panikle yere atılıp, "Onlara verdiğimiz paradan haberin var mı?" Diye beni sade bir dille azarlamıştı.


Yerdeki paketi alıp göğsüme bastırdığında onun bu acınası endişesine, içimden göz devirmekle meşguldum.


Evet, verilen paradan haberim vardı çünkü kuruşu kuruşuna cebinden ödeyen bendim, sen değil. Üstelik okuldan aldığım bursun giyim masraflarım dahil çoğu şeyi karşılamasına rağmen. Ama biricik kızları Nil ile aynı okula başlayacak olmamız ve bizim iki kardeş gibi birbirimize destek olmamızı beklediklerini söylediklerinde, forma paralarını yarı yarıya ödememizi kasteddiklerini anlamamak benim mallığımdı.


Eniştem, eğitim bursuma her masrafın dahil olduğunu biliyordu ama ben, kaçmaya ve birilerinin laflarını ağzına tıkmaya o kadar kurulmuştum ki bana verilen haklardan bile bir haberdim.


Kayıt anında, koca okul yönetimi karşısında, bu gerçekle yüzleştiğimde her şey için çok geçti. Kayıt günümde, çirkef  eniştemle böyle bir tartışma yaşayarak sivrilip, kıçımı yırtarak olduğum yerin temeline su veremezdim.


Tırnaklamaktan jelatinini parçaladığım paketi bu defa içindekilerin dökülmemesi için kucağımda tutarak duran arabadan indim.


Teyzemin arabası garaj yolunda duruyordu ve bu bile beni diken üstünde hissettirmeye yetmişti


. Evleri, okul ile şehir merkezi arasında birbiriyle iç içe geçmiş villaların olduğu bir mahalledeydi. Yapılar eskiydi ama etrafındaki yeşillikler arasında göze güzel geliyordu. Bu bile, dört duvar arasında vakit geçirmek için bu kadar masraf edip, hiç kullanılmayan bahçesi için bu kadar para vermenin saçma olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.


Asıl saçma olan, burada olman Zeynep. 


Kapı eşiğinde göz göz geldiğim teyzemin bakışlarınki kin, aynen bu cümleyi kuruyordu.


aylar önce


"Zeynep..! Lan Zeynep!"


Duymamak için kafamı gömdüğüm yorganın altında verdiğim son sabırlı nefeslerdi bunlar. Sinirden o kadar hızlı soluyordum ki, değil örtünün altındaki küçük delikte, odamın içinde bile temiz bir nefes tanesi bırakmamıştım.


"Kime diyorum kız ben! Zeynep!" 


Kapıma, kafamda zonklayan bir yumruk yediğimde, yorganımı tek bir tekmeyle üzerimden atacak bir sinirle fırladım yataktan.


Pencereye bitişik yatağımın sarsıntılı gıcırtıları geçmeden, ben iki adımda fare deliğimin kapısını açmıştım.


Keşke annem, kapımı yumrukladığı yerde bekleseydi de, hızımı alamayıp kafamı gömseydim suratına.


"Gelsene kız buraya!"


Ses hemen sol çaprazımdaki banyodan geldiğinde daha uykusu açılmamış gözlerimi kapatarak ağlamaklı bir ses çıkardım.


Sabahın kör vaktinde banyodan gelecek tek haber tıkanan lavabo gideri olurdu zaten ve benim narin midem... Ellerimi üzüntüyle karnıma koyup açık banyo kapısına yaslandım, acıklı bir sahneyle bayılmamak için. 


Kokudan bile içim acıyordu şu an. Annen üzerinde giyilmekten kırk beden incelip genişlemiş kapri ve tişörtüyle baştan aşağı su içindeydi ve zayıf ama kaba bedenini bir ileri bir geri bükerek şekilden şekile sokuyordu. 


"Ne yaptın Allah aşkına!" Diye çıkıştım yaptığı aptallığı izlerken.


Lavabo ağzına kadar pis su doluyken içimdeki suyu bir tasla alıp, akıntı yaratmak için hızla tekrar lavaboya döküyordu. Deli karı, pisi yine pisle temizlemeye çalışırken ortalığı da kendini de mahvetmişti.


"Tuvalet yerine buraya sıçtım!" Diye çıkıştı hemen.


 "Dedim, götüm azıcık kalksın, rahat görsün. Rahat benim neyime be!? 


Hala işini yanlış yapıyordu. Elini öğürerek lavabodan çıkardığında kendime engel olamayarak güldüm. Kıvırcık saçları kurutulup taranmış gibi tiftiklenmiş, öğürme refleksini bastırmak için ağzına kapattığı elini az önce biriken sudan çıkardığını farkettiğinde iki büklüm olarak geri kaçmıştı.


O kadar aptal görünüyordu ki...


Artık kendimi sıkmaktan bir gözümden yaş geldiğinde, işaret parmağımı göz pınarıma bastırıp nefeslenerek güldüm.


Annem saklı dudaklarımı farkettiği an, "Orospu kılıklı!" Diye çığırdı. 


"Gel aç lan şunu! Ayı mı oynuyor eşşeğin doğurduğu!"


Bir kez daha boğazını yırtan bir ses çıkarıp tişörtünü burnuna çektiğinde, nadir görebildiğim bu acınası haline, saklamadan gülüyordum artık.


İçeri girip banyo yapmak için kullandığımız kovayı lavabonun altına koydum ve el mecbur bir daha kullanamayacağımız yüz havlusunu anneme fırlattım. 


"Al şunu deliğe bastır."


İtiraz etmedi, çünkü kolumu koparsa onun pisliğine elimi sürmeyeceğimi biliyordu.


"Ver! Ver ulan ver!" Elimden çektiği havluyu lavabodaki suya daldırırken, bayılacakmış gibi gözlerini baydığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak, etrafa taşırttığı sulardan kaçtım.


"Senin boruna da sıçayım. Suyuna da sıçayım."


"Sıçmışsın ya zaten."


Yere çöküp zaten gevşek olan vidaları söküp gider borusunun ucuna kovayı tuttum aceleyle. Sıkışan gider, tam da beklediğim gibi, bir anda fışkırarak boşaldığında, suyun bir kısmı annemi bacaklarına kadar ulaştı.


Kadın, çığlık çığlığa bağırıp öğürerek bana bir tekme attı o sinir haliyle ama gözleri yuvarlarında kaymış savunmasız haliyle o kadar eğleniyordum ki... Artık, tutmaya devam edersem altıma yapacağım gülme isteğime engel olamadım. Annemin sert darbesiyle dizlerimin üzerinden sağ kıçımın üzerine düşmüş kahkaha atmaktan yaş dolan gözlerimle boruyu kovanın içinde tutmaya çalışıyordum.


"Gülme lan gülmeeee! Senin babanın şarabına da çanağına daaa!"


Lavaboyu tıkayan saç tellerim köşeye sıkışmış suçlu gibi teslim olurken, annemin dayanamayıp çektiği havlu sayesinde kovaya aktı. Annemin, o kart sesiyle uyuşmayan bir feryat koparması için yeterli miktarda kıl birikmişti.


"Ay ay! Senin o saçının tek telini sikerler inşallah. Mikrop! Keseceksin lan!" Elindeki havluyla bana vurmak için elini kaldırdığı an eğlencemin ortasında geriye süründüm hemen panikle. 


Anında elimdeki kovayı sıkıca tutup, "Allah çarpsın, çarparım şu suyu suratına," dediğimde dayanamayıp bir kez daha öğürdü. 


Arkasını alamadığı için durduramadığı mide kasılmalarıyla iki kat olup beni rahat bıraktığında, sabah sabah bu halimize güle güle toparladım etrafı. 


Bir ayda yirmi kez tıkanmayı başaran giderin değişmesi gerektiği için tekrar takmadım. Annem dışardan başka bir kova getirip anında soyunarak suyun altına girdiğinde, zavallı bakire gözlerimi yumdum öfkeyle.


"Allah'ım bu günah benim değil? Ne suç işledim ben!?"


"Çıksana kız dışarı, götüme mi bakacaksın bütün gün."


Gülen gözlerim kör olsaydı da bu sabaha uyanmasaydım, yemin ederim.


"Çok meraklıydım buruşuk kıçına!"


Duş perdesi olmadığı için aynı anda iki kişinin kullanamadığı banyoda halimize acıyarak başımı iki yana salladım.


"Suyu tuvalate dök."


Annem ağzına giren köpüğü tükürerek, "Elimi sürmem," diye bağırdı.


"İt de sürmezsin. Senin neyine götünü kaldırmak zaten?! Bir dahakine sıçacağın yeri bilirsin işte!"


Banyoyu en kullanılabilir haliyle bırakıp çıkmak üzereyken annemin tam sırtımın ortasına fırlattığı şampuan şişesini de alıp banyodan çıabildim sonunda.


Daha dün yıkanmıştım, vücudum kuruydu ama annemin merinosa benzeyen kafasına direnerek düze yakın bir dalgalı olmayı başaran saçlarımın uçları ıslaktı.


Annemin şikayet ettiği kadar uzun ve vitaminsizliğimden döküldüğü doğruydu ama onlara verdiğim görevi layığıyla yerine getirdikleri için kesmem söz konusu bile değildi.


Salonla birleşik, sadece bir tezgahtan oluşan mutfağa yürüyüp kafamı musluğun altında soğuk suyla yıkadım. Tişörtümü eğildiğim yerde boynuma kadar çıkarıp saçlarımı sararak, binbir içten küfürle çıktığım odama girdim tekrar.


Okul için el mecbur eteğimi ve uzun kollu beyaz gönleğimi giyindim. Okul müdürü, artık bacak görme şerefsizliğinden mi yoksa kız kısmı pantolon giyer mi diyen geri kafasından mı bilmem; okulda kızların pantolon giymesine izin vermiyordu. 


Yani götüm görünmesin diye Antalya sıcağında giymek zorunda olduğum çoraptan bahsetmiyordum bile. Dışarıda rahatça şortla gezen bir kızın lise hayatı anca bu kadar zehir edilirdi zaten.


Okulum sıradan bir akdeniz köyünün nüfusuna sahipti. Toplasan ikiyüz kişi belki zor ederdik, herkes birbirini tanırdı ama çok azı tanımamazlığa gelirdi. Ben o tanımamazlıktan gelen kısımdaydım.


Bok vardı zaten kendime arkadaş yapacaktım, diyip artist gibi takılacak kadar havalı olmayı ben de isterdim elbette. Ama anam olacak karı ne komşu dinliyordu konuşurken ne de ayıp. 


Daha geçen hafta göt kadar mutfak balkonumuzda oturmuş çay içerken karşı komşumuzun kızı, benim de yan sınıfımda olan Buket'i görmüş ve boş bulunup, "Bunu imamın müezzin olan büyük oğluyla gördüm," demiştim. Üstelik, bu bilgiyi paylaşacağım son kişi bile değildi annem.


Daha ben dilimin ucunu ısıramadan annem yerinde doğrulup Buket'e seslenmiş, "Kız Buket, bir bak buraya bir şey soracağım," demişti.


Buket onu duymazdan gelip evine girmek için bize sırtını döndüğünde de"Eee," diye çekmişti dikkatimi. "İmama verince, günah düşmüyor mu?"


O an, yemin ederim tam da kafama taş düşseydi de konuşamasaydım dediğim o an, suratıma vurduğum elimle kendime attığım tokat o kadar büyüktü ki... Bu mahalle bizi nasıl sevdin?


Annemi saç baş bir kavgadan zor alıp sokmuştum içeri o akşam. Ertesi gün sırasıyla Buket ve annesi tarafından sıkıştırılmıştım köşeye ve annem bir de beni hırpaladıkları için dayanacaktı kapılarına.


Tuhaf bir kadındı, tuhaf bir ilişkimzi vardı. Beni sever miydi döver miydi anlamazdım. Hiçbir zaman da emin olamazdım. Kimse annemden emin değildi. 


Annemi her halükarda sevmezlerdi ama küçük kasaba benim için üçe bölünmüştü. Annemin acısını benden çıkaranlar, bana acıyanlar ve annem.


Okul arkadaşlarım da yoktu bu yüzden. Bir tek benden bir sınıf üstte Sezer vardı. Benimle muhattap olmasının tek sebebi, sanırım annemin bulaşabileceği bir annesi olamdığı içindi.


Her sokak başı yolum kesilip ağız burun dayak yemiyorsam, tek sebebi Sezer'di. Dahil olduğu abiler tayfası ve ait olduğu nüfus onu yaşıtlarından büyük gösteriyor,  ister istemez bir saygıya yer buluyordu.


Çoğunun aksine abilerden, beylerden, havalı, havası alınmış tiplerden anlamazdım ben. Düz bir insandım ve çevremde dönen entrikaları göremeyecek kadar hayatının heyacanını kaçırmıştım.


Ama bildiğim tek bir şey varsa o da Sezer'in sadece birkaç hafta sonra mezun olduğunda buradan gitmeyi planladığı ve herkesin bunu beklediğiydi.


Bütün okul birleşip ağzıma sıçmazsa ben de bir şey bilmiyordum.


Bunun sıkıntısıyla girdim o gün bütün derslere. Sıram kapı tarafında en öndeydi. Sürekli kafama silgi, kalem veya çöpe nişan alınmış bahanesiyle fırlatılan su şişeleri yediğim dezavantaja sahip olsa bile, olası bir durumda sınıftan kolay çıkmamı sağlıyordu.


Sezer benimle sıkı fıkı değildi. Hatta karşı karşıya gelsek selam bile vermezdik çoğu zaman. Ama bana telefon numarasını vermişti, olurda bir delikte sıkışırsam arayayım, gelsin beni kurtarsın diye. 

 Sıkıştım da, hem de defalarca ama onu hiçbir zaman aramadım.


Günde sadece bir kez gelir, herhangi bir saatte kendini sınıfıma hatırlatarak göz dağı verip, bir şey söylemeden gittiği için bile yeterince ağızlara sakız olmuştum.


Sezer beni beceriyormuş, malına sahipmiş, herkese diş bileyip onun karşısında bu yüzden sakinmişim, annem Sezer'e hiç bulaşmıyormuş çünkü kızını siktiği için eve düzenli para giriyormuş.


Gibi.


Mahallenin iki orospusu için güzel hikayeleri vardı hepsinin. Annemin ağzı bozuktu evet, yeri geldiğinde gerçekten kötü biriydi. Bencildi. Sivri dilliydi ama orospu değildi.


Çoğu kasabalı gibi seralarda çalışan tarım işçisiydi. Kendi işinde gücünde, lafı dilindeydi ama hiçbir zaman namusuna laf getirecek bir hal hareket içinde görmemiştim onu.


Annem sevilmezdi, hoş sevileceği de yoktu zaten o huysuzluğuyla. Atılan iftiralara da itiraz etmediği içindi ortalıkta dolaşan bu laflar.


Kıçıma girenin derdi size mi giriyor, derdi; kendisine ayıplayarak bakan komşularımıza. 


"Naber lan sikimin rapunzeli?"


Oturduğum sırada saçlarım sertçe çekildiğinde,  aniden geriye katlanan enseme inanılmaz bir acı girse de belli etmedim tepki vermiş olmamak için. Tepemde bağladığım saçımın uzun kuyruğunu omzumun üstünden öne alırken ağrıyan ensemi ovdum çaktırmadan.


İki sıra arkamda oturan Emre, arka sıramda oturan iki kızın arasından uzanmıştı yine. Sırf ulaşamasın diye sıramı biraz daha öne itelerdim her seferinde ve derse gelen her öğretmen sanki anlaşmışlar gibi aynı şeyi söylerdi.


"Zorla Zeynep, yapıştığın sırayla dışarı çıkacaksın birazdan."


Sanki keyfimden saatlerce oturuyordum bu kuru tahtalarda. Kıçımda çıpan çıkacak korkusuyla şekilden şekile giriyordum zaten.


Tuvalete gitsem kapı üstüme kitleniyor, bir çay içeyim desem öküzün biri üstüme çıkar gibi çarpıp üzerime döküyordu zıkkım ettiği iki yudumu.


"Sen ne yangınlar gördün Zeynoo!" diye hemen arkasından gelen aptal espriler mi, olaya dahil olan Sezer yüzünden yatak hikayelerine konu olmam mı son enerjimi emerdi seçmek için uğraşmazdım bile.


Koduğumun lisesi!


Neyin kafasını yaşadığını bilmediğim tipleri, kendini Amerikan rüyasında sanan bir iki özentisi, inekleri, binekleri, disiplin diye geberip kendini öğrenci üzerinden tatmin etmeye çalışan , yaş ortalaması kırkbeş öğretmen kitlesi...


Annem, deli okulu diyordu eğitim yuvaları için. Onun bu eğitim aşkı  aksine ben okul birinciliğine açık ara farkla, hatta bayağı bir farkla, gidiyordum.


İş kuracağım boktan bir miras yoktu. Bugün anneme bir şey olsa yarın yalnızdım. O yüzden köpek gibi ders çalışır, sadece bu cehennemden kurtulacağım güne hazırlardım kendimi.


Kafama bu defa bir kağıttan top yediğimde düşüncelerimin arasından çıktım. Vücudumu hareket ettirmeden sadece başımı geriyi göreceğim kadar çevirip sırıtan iki kıza ve ortalarından uzanmış Emre'nin, birkaç aya kalmaz sivilce kusacağı belli olan, kızarık yüzüne baktım.


"Niye takmıyorsun lan, götünü mü kaldırdılar yine!"


Sabır.


Gözlerimi bayarak tekrar önüme döndüğümde bu defa daha sert bir şekilde kafama çarpan silgi sınıfa giren fizik öğretmeninin ayağının dibine düştü.


Kalkıp almadım, Emre'nin burnundan içeri sokmadım o silgiyi. Çıt desem teneffüste bütün sınıf binerdi tepeme.


Sanki ebelerine sövmüştüm amına koyduklarımın. Arkadaşlarını savundukları kadar hakkı hukuku savunmazlardı gereksiz parazitler.


Çantamdan iki hafta önce aldığımız fizik ödevi için yapılması gereken deney gözlemlerimi yazdığım dosyayı çıkardım.


Fizik öğretmeni emekliliğine rağmen, geçim sıkıntısı yüzünden bira avuç ergene ders anlatmaya mecbur kalmış, yaşlı bir adamdı. Zayıf, kısa, sırtı kamburdu. Ara sıra eli titrer, tuttuğu tebeşir elinden düşerdi. Yakında sağlık sorunuyla buradan gideceği belliydi ve beni seven tek öğretmen diyebilirdim. Eh fiziği seven nadir öğrenciydim.


Bu yüzden gözü anında sıramın üstüne çıkardığım dosyaya kaydığında güldü,sigaraya yenilmiş ortası sarı bıyıklarınnın altından.


"Ödevi ciddiye alan bir Zeynep anlaşılan," dediğinde arka sıralardan biri inek gibi möledi. Ne hoca uğraşmak için tepki verdi ne de ben. İkimizinde baş edemeyeceği kadar gaddardı tutumları.


Umursamaz olmayı liseye başlamadan, hatta herkes bize nefret kusmadan çok önce öğrenmiştim.


Annem de büyük bir etkendi. Bana ağzına geleni söyler söver, sayar lafları benliğimde nereye gidiyor bununla ilgilenmezdi. Bazen öylesine küfürler duyardım ki ondan, özellikle kulak verir dinlerdim her söylediğini. Bu kadar yaratıcı bir zihne sahip bir kadının tek uğraşı nasıl olurda narenciye toplamak olurdu anlayamazdım.


Derim kalınlaşmıştı bu konuda. Hakaretleri umursayan çıt kırıldım bir kalbe sahip değildim. Hatta ben de kırıcı ve ağzı bozuktum kendi içimde.


Bu sayede, kendimi kontrol edebiliyor ve kimseye karşılık vermeyecek kadar sakin kalıyordum. Annemin bu davranış bozukluğunun bana tek yararı ise, tartışmanın kavgaların uzamasını engelleyip kendimi koruyabiliyordum.


O gün daha fazla saldırıya maruz kalmadım. Sabah erkenden uyandığım için uykusuzdum. Okul çıkışında ilk ben fırladım sınıftan ve uyuşuk grupların gün sonu eğlencesi olmadan ayrıldım okuldan.


Nalbura gidip, lavabo için yeni parçalar aldım, sanki boruyu kendi götüme sokacakmışım gibi tuhaf davranan satıcı dayıya ters ters bakarak.


Annem genelde işten saat altı gibi dönerdi. Bu da bana banyo giderini onardıktan sonra kafayı vurup uyuyacağım iki saat bırakıyordu.


Eve gelişi tam bir curcunaydı. Bağlı çalıştığı işverenin işçi servisleri annemi kasaba merkezindeki camii önünde bırakır ve annem günündeyse eğer ben onu taa o mesafeye rağmen duyardım.


Eve geldiğinde de rahat durmaz, ilgi isteyen, kurcalamayı ve uyuz etmeyi seven komşu çocuğu gibi dolanır dururdu etrafımda. Bu yüzden çoğunlukla erken uyur, gece ders çalışmak için tekrar kalkardım.


Bu defa da yine bunu planlayarak uyudum ama kalktığım gece, koca bir karanlıktı.


Yataktan fırladığımda yine o kabuslarımdan biri yüzünden uyandığımı sanırken, açılan algım küçük evin duvarlarını inleten gümbürtüyü yakaladı.


"N'oluyo be!?"


Üzerimdeki ince örtüyü fırlatıp odamın kapısına koştum panikle. Zaten kapalı olan kapıya gücümü verip kilitlemek için anında kilidi bulurken, korkuyla uğuldayan kulaklarım birkaç kadının bağırtısını duyabildi son anda.


Temkinlice kilitlemekten vazgeçip açtığım kapıdan koridora kafamı uzattığım an göz göze geldik annemle.


Görüntüsüne şaşırmadım. Saç baş dağılmış, kıvırcık saçları sabahkinden daha kabarık, üstü başı ters tepmişti. Onu ilk kez bu kılıkta görmüyordum; tıpkı, mahalleyi ayağa kaldıran bağırış seslerini duymam gibi.


Kapının arkasından gelen birkaç kadına ait tiz bağırışlar daha yüksek çıkan ikna cümleleriyle uzaklaşırken uyku nahmuru gözlerim kocaman açıldı.


"Ne oluyor yine? Niye dayandı bunlar kapıya?"


Annem nefes nefese sırtını yasladığı kapıya, büyük ihtimalle fırlatılan bir cismin çıkardığı gürültüyle sıçrarken, gözlerimi kapatıp sabır diledim. 


"Ne olacak! Yüzsüz şırfıntı, kocayı başka karının koynunda basmış, sana özenip de kuduruyor bu karılar, diye yapıştı yakama!"


Derin bir nefes vererek, içimde sakin olma seanslarımı başlatırken, salonun penceresine yürüyüp sokağa baktım bir saldırı daha gelir mi diye.


"Benim götümü koyduğum yeri takip edene kadar evine barkına baksaydın sen kevaşe!" Diye dönüp kapıya doğru bağırdığında ben de bağırdım sussun diye.


"Kes! Allah rızası için kes sesini nolur ya! Gelip doğrayacaklar birgün bizi göreceksin o zaman."


"Hoşt ulan!"


Annem tekini çoktan kaybettiği ayakkabısını ayağından çıkarırken, kendini sahip olduğumuz tek koltuğa attı.


"Kimi kimin evinde doğruyor o gudubet?! Başımda koca yok diye millet bana özeniyormuş. Sanki zorla girdi karı kocanın koynuna." Ayakkabısını elinde hiddetle kapıya doğru sallarken bir kez daha bağırdı hırsını alamayarak.


"Sen önce kendi kudurmuş kocana bak ! Sen ona bak önce."


Üzerindeki geniş gömleğin düğmelerini çözerken sinirden titreyen ellerini gördüğümde keyifsiz suratım iyice büzüştü.


Musluktan bir bardak su doldurup uzattım, nereye gittiğini bilmediği laflarını dinlerken.


Sanırım bu defa haklıydı? Ne yazık ki bu ayrıntıyı ona acıyarak dile döküp, desteğimi gösteremeyecektim. Ona hak verdiğimi gördüğü an gaza gelirse, bütün mahalleyi yakardı baştan sona.


Kendi aile içi geçimsizliklerinin ve iki insanın ahlaksızlığının nedeni biz değildik. Bunu aklı selim olan herkes bilirdi ama bir kere fişlenmiştik işte.


En azından biraz daha sakinleşsin diye, "Ne olduğunu anlatacak mısın artık?" dedim. Ama beceriksiz iletişim yeteneğimin yüzüne tükürür gibi verdi karşılığını. 


"N'olacak kıt beyinli, iki saattir kime konuşuyorum ben!"


Bana değil, komşulara saydırıyorsun. 


İçimdeki bütün dağları yıkarcasına ofladım. "Nezaket kesti önümü." Emre'nin annesi. Yarın ki hır güre gel şimdi.


Dudaklarımı öfkeyle sıkarken annem anlattı dinledim ben de. Emre'nin asilesi İki katlı bir apart işletiyorlardı. Tatil döneminde millete kakaladakları uyduruk odaların birinde kocasını yakalamış başka bir kadınla.


O kadını, Şevval'i biliyordum. Otuz yaşında iki kocayı gömdükten sonra gönül işi çok olmuştu. Bize uğrardı ara sıra, annem kadar olmasa da kafası kırık bir kadındı ve bu yüzden anneme saldırdıkları belliydi.


Eh, milletçe bütün derdimiz, başında kocası olmayan kadınların namuzsuzlukları değil miydi(!)


"Koca koca koca. Götünüzden girsin bağrınızdan çıksın inşallah o koca!" Annem bir anda celallenip avazı çıktığı kadar bağırdığında kaşlarımı çattım, başımı ağrıtacak kadar.


Kusacaktım şimdi ettiği abuk sabuk laflar yüzünden.


"Allah kitap için sus! Yeter tamam! Senin suçun değil işte," dediğim an o kadar hiddetle fırladı ki yerinden.


"Senin suçun lan!"


Ne yapacağını anladığım an bir adım geri gitmeme rağmen, az önce verdiğim yarısını içtiği su bardağını fırlattı bana. Bardak gerdanımdaki kemiklere şiddetle çarpıp fayansın üzerine düşmesine rağmen kırılmadı.


Yine de bir çatırdı duymuştu her halta zırıldayan, mıy mıy yanım.


"Hay seni doğurduğun geceye sıçayım! Suçlu değilmişim(!) Her bok senin yüzünden geldi başımıza. Yuva mı koydun koca mı koydun başımda amına koyduğumun veledi!" 


Arkasını dönüp kapıları çarpa çarpa odasına girdiğinde iç çekerek eğilip aldım yere düşen bardağı.


Onu kocasız bırakan ben değildim.


Nezaket aldatılmış, eli gitmiş Şevval'le işi pişirmiş. Bu kavga, bu kıyamet... Hiçbirinin sebebi ben değildim.


Anneme göre başımıza gelen bütün belaların ilk dalgası bendim. Bana göre ise hayatımızdaki büyük dalgalardan biriydi ertesi gün.


Emre, boğazımdan tutup beni okul duvarına çarptığında, dev bir kelebeğin çoktan kanat çırptığını ve etkilerinin beni alt üst etmek için bir zincir kurduğunu hissediyordum.


"Ulan orospu!"


İlk defa bu kadar şiddetli bir saldırıya maruz kalıyordum. Sınıfa yeni girmiş ve hemen sıramın önündeki duvara mıhlanmışcasına yanıyordu sırtım.


"Sen bittin, anan mı başladı lan!?"


"Biz bir şey yapmadık!" Zar zor savundum kendimi. 


Ben bir şey yapmadım, anlıma kazımam mı gerekiyordu bu lafı!


Lanet hayatın sıradan bir akşamında, gözlerimi dünyaya açmaktan başka bir günahım yoktu. Neden kimseye dinletemiyordum bu gerçeği?


"Kes lan orospunun çocuğu!" Diye hırladı suratıma doğru. 


Bir erkek egosu olarak bunu babasına yakıştıramamıştı. Orospu çocuğu bendim ama büyük bir şerefsizlik örneği gösteren babası yüzünden kimse ona pezevengin oğlu demiyordu, öyle mi?


Yok ya!


"Babanın kabahitine suçlu arama. Şimdi bırak beni." Yumruklarımla onu iteleyip uzaklaştırmaya çalıştığımda, bir elini saçlarıma dolayıp yüzümü kendine kaldırdı.


"Lan ben seni sikmeden bırakır mıyım?! Lan şu duvara önce seni sonra da anan olacak o fahişeyi gömmezsem adam değilim lan, sikimin rapunzeli!"


Niye yaptım bilmiyorum ama tutamadım içimde biriktirdiklerimi.  Hayatım boyunca kimseyle ağız dalaşına girmemiş, annemin aksine gittiğimiz yerlerde görünmez olmayı tercih ederken şimdi...


"Adamlığında sikin kadar küçük belli."


Ne Emre ne de etrafımıza toplanmış kalabalık idrak edemedi ne söylediğimi; sonra da ben, suratımın ortasına yediğim yumruğu...


Acıyla bağırıp iki büklüm olduğum an kapalı gözlerimin arasından bir kıyamet daha koptu, tıpkı annesinin dün evin önünde çıkardığı gibi.


Sıkıca tuttuğu saçım ve yakamdaki elleri, binbir küfürle benden uzaklaştırılırken saç diplerimdeki acı yüzümki kadar değildi.


Kafam zonkluyordu, kulaklarım uğulduyordu acıdan. Daha önce yediğim hiçbir dayağa benzemiyordu. 


Yakın olduğu için o kadar sert vurmuştu ki kafam bir de arkamdaki duvara çarparak beynimi devre dışı bırakmıştı.


Sistemim bir anda çöktüğünde yer ayağımın altından kaydı ve olduğum gibi yere yığıldım inleyerek.


Bağırışlar çok güçlüydü. Biri yanıma oturup adımı seslendiğinde gözlerimi açtığım an acının biriktirdiği göz yaşları anında yanaklarımdan döküldü.


Biri elimi burnumdan çekip yerine bir bez bastırdığında sızlanarak geri kaçındım. Müdehale edeni engellemek için havada olan elim o an girdi görüş alanıma. Kıpkırmızıydı. Vücudumda bu kadar kanın olduğunu bile bilmezken kanlı parmaklarımın arkasındaki görüntü...


Emre yerdeydi ve beni daha fazla darbe almaktan kurtaran Sezer'den art arda yumruk yiyordu.


Hocalar onu geri çekmeyi başaramadığında yakın arkadaşları araya girmişti ama umrumda değildi kime ne olduğu.


"Zeynep'cim, hadi." Okulun tek genç hocası, rehberlik ve yabancı dil öğretmeni beni zayıf bedenine yaslayıp sınıfın dışına çıkarırken gördüğüm muamelenin aksine yavaş hareket ediyordu.


Aslı hoca beni kendi arabasına bindirip, beldenin sağlık ocağına tek başına götürdüğünde hiç konuşmadım. Ağzımı açmayı bırak, yutkunurken bile burnumun kemiği sızlıyordu. Bunun nedeninin sadece fiziksel olduğunu savundum şiddetle.


Annem gelmedi. Okul idaresi müdehale etmedi. Hemşire halime acıyarak kanayan burnuma ve darbenin büyüğünü alan üst dudağımın sol tarafına müdehale etti. 


Kafamı çarpıp çarpmadığımı sorduğunda, "Çarpmadım," dedim. 


İlçe merkezine gidip ne Aslı öğretmeni uğraştırmak istedim ne de kendimi. Bu gece uyuma, dediler ama uyuyup, sonra da geberip giderim diye umuyordum bu gece.


Pansuman yapıldı, kendimi iyi hissetmem için küçük bir şişede serum takıldı. Konuşmadım, Aslı öğretmenin sorularına cevap vermedim. Sanki bilmiyordu. Daha önce de gelmiştim buraya bir parmağım itil kalkış sırasında kapı arasında kaldığı için.


Ben alışıktım, o alışıktı, haber verildiğine emin olduğum ama beni aramayan annem de. 


Bir tek alışamayan Sezer'di. O sindiremeyeceği kadar çok şeyi biliyordu çünkü. Babası eski Antalya belediye başkanı, biricik abisi yaşadığımız ilçenin genç kaymakamıydı. 


Merkezdeki hatta yurtdışındaki onlarca okulu, altın tepside sunulan imkanları bırakıp abisiyle burada yaşamayı seçmiş olması, ona hayatıma dahil olma hakkını vermemeliydi.


Zaten kendi hayatımda bir benim hakkım yoktu.


Sezer, "Git," Dedi.


Sağlık ocağının küçük müşahede odasında, oturduğum sedyede yanıma oturmuş öylece izlediğimiz dev bebek afişine bakarak, "Git Zeynep," demişti.


"Canından önemli değil."


Canımdan önemli olmadığı için değil miydi bu gidişlerimin hepsi? Neden gitmesi, geri çekilmesi, sesini kesmesi gereken hep bendim?   


Neden, kalmaya en çok benim hakkım varken, herkes kaç diyordu?


Ya annem?


"Annem..."


"Annen kendi başının çaresine bakar Zeynep... Ama sen"


Hiçbir şey üzmedi beni. O kadar yaraya rağmen , hiç sızlamadı hücrelerim o kelimeleri duyana kadar, böylesine şiddetle.


"Sen barınamazsın burada... o kadar güçlü değilsin"


Tam göğsümün ortasına bir mızrak gibi girdi acımasız gerçeği. Eline bulaşan kanı görüyordu Sezer, bunun benim için ne demek olduğunu bile bile, cani bir düşman gibi oradan yakıyordu canımı.


Niye?


'Senin gücün bana yetmez orospu, bekle.'


•••




•••

Merhaba.

Yeni bir kurguyla başka bir dünyada yeniden buluştuk.


Biliyorum hepiniz Asi'ye bölüm bekliyorsunuz haklısınız. Ancak Asi'de tamamen benden ötürü bir gecikme yaşanıyor.


Büyüdüğüm Yol'a başlamamın nedeni de biraz bu aslında. Burada olmaya ihtiyacım vardı ve ben hazırda bekleyen bölümlerle başlamak istedim. Acele etmiş belki hata yapmış olabilrim bu kararımda ama olsun...


Zeynep'in asıl hikayesi başlamadan önce onu biraz tanıyın istedim. Nereden nasıl geldiğini, öncelikle karakterini  görün ve biraz merak edin istedim. 


Çook uzun zamandır yayınlamayı beklediğim bir karakterdi. Heyecanlıyım. Hem buraya yeni bir kök salmaktan hem de okuyacak olmanızdan. Umarım bir hatayı gözden kaçırmamışımdır ve keyifle okumuşsunuzdur.


Umarım Büyüdüğüm Yol'da kendinize ait bir şeyler bulabilirsiniz. 


En kısa sürede tekrar görüşmek üzere. Hoşçakalııın💜ö

Yorumlar

Yorum Gönder