Büyüdüğüm Yol 17'2

 •••

Pazar günü sakinliğinin bütün huzuru vardı evin her bir köşesinde. Hayır, günübirlik şehir dışı gezisine giden teyzemlerle alakası yoktu bu huzurun.

Güne iki bildirimle başladım. Biri sabahın erken bir saatinde henüz ben uyanmadan atılmış bir mesajdı.

Ata, "Fırat'la limanda olacağım." Diye bir mesaj göndermişti bana.

Ona sormamıştım. Hatta bana hesap vermesine bile gerek yoktu ama onun için endişelendiğimi görmemesi o kadar körlük istiyordu ki. Dün akşam da dediği gibi ne yapmaya çalıştığımı biliyordu, bu yüzden Fırat'laydı ve uslu durduğunun güvencesini vermişti bana.

Böyle olsun istemiyordum, yemin ederim aksini hissetmek için her şeyimi vermeye hazırdım ama, iyi hissettiriyordu işte.

Ona bir cevap vermedim ama her şeye rağmen mesajına gülümsediğimi bilmek onu daha da cesaretlendirecekti; bundan korkuyordum. Birkaç hafta önceki platonik sancılarıma dönmeyi o kadar çok istiyordum ki...

Beklediğim kapı zili huzurlu huzursuz iç sıkıntılarımı kesmek için çaldığında salon ve giriş arasındaki basamaklara oturmuş, birkaç gün ki beni düşünüyordum.

Bacaklarımdan destek alarak cıvıltıya kulaklarımı hazırlamışken açtım kapıyı.

"Günaydın tatlı kıııız!"

Alaz elindeki poşetleri savurarak bana sıkıca sarılırken gülümseyerek enerjimi, karakterim üzerine yapılan muhasebenin altından çıkarıp ona hafifçe karşılık verdim.

"Hoş geldin."

Alaz ne kadar hoş bulduğunu dile getire getire tepinerek çıkardığı ayakkabılarından kurtulup daldı içeri.

Sabahın diğer haberi ondandı. Sabaha karşı Nil'in instagramında paylaştığı konum üzerine bana yazmış ve evdekilerin gittiğini öğrendiği an kendini buraya uçurma planı yapmıştı.

Teyzeme haber verdim mecburen, konu kendisini yağlayıp cilalayan Alaz ve onun annesi ile kurabileceği karlı veli ilişkileri olduğu için misafir etmeme bir şey demedi.

Bana da iyi geleceğini düşünerek, ben de bir bahane bulmadım Alaz'ı ekmek için. Ata gerçekten de Fırat'la birlikteydi bunu Alaz tekrar dile getirdi ve onun benden daha iyi oyalayacağını bilerek rahatça güne ve Alaz'ın enerjisine vermiştim kendimi.

"Dün bütün gün annemle mağazadaydık. Ayaklarım ağrıyor artık." Diye ilenmeye başlamıştı.

Nil ve teyzemin her seferinde oturup sohbet ettikleri mutfaktaki masaya kurulduğunda, onun hızlı dil trafiğine uymak için, neler aldığını sordum.

"Hayır, hayır öyle değil," derken elini gülerek salladı. Sonra başımı döndüren bir hızla ısıtıcıya su doldurmak için aniden yerinden kalkarak anlattı ayrıntılarını.

Bir markayı söylerken eminim ilk seferde dilim dönmeyecekti benim, annesinin orada müdür olduğunu ve samimi olduğu birkaç özel müşterisi karşısında kızının da yanında olmasını istemişti.

Bir annenin kızıyla gösteriş yapmasını ve bunu kızının da bilmesini sağlamanın nasıl iyi hissettirdiğini izledim Alaz'ın memnun değilmiş gibi anlatmasına rağmen parlayan gözlerinden.

"Normalde bugün annemi ekip Fırat'a kaçacaktım ama kör olası kumam yine girdi aramıza."

Kendime engel olamayarak Ata'ya attığı lafa gülerken dünki saçmalığımız, tekrar geldi aklıma. Yüzüme de yansıdı hoşnut hoşnutsuzluğum biliyorum.

Buzdolabına yönelerek Alaz'dan kaçındım tekrar. Kahvaltı hazırladık, toparladık, kafamızı patlatmadık ama yine de biraz ders çalıştık. Ama teyzemlerin gelmesine daha çok olmasına rağmen erken kalktı bu kez.

"Çocuklarla buluşacağım. Davet ederdim ama..."

"Dışarı çıkasım yok." Diye geçiştiren bir tebessümle baktım, o eşyalarını toparlarken. Alaz farketmedi sanıyordum ama ya ben saklamakta kötüydüm ya da Alaz bu konularda iyiydi.

"Belli." Dedi bu defa enerjisinden o da ödün vererek. Sırt çantasını yüklenerek bir eliyle çekinerek bile olsa omzuma dokundu.

"Modun düşük biraz. Sorup sıkboğaz etmek istemiyorum ama eğer yarında böyle olursan birkaç dersi ekip bana hesap vermek zorunda kalabilirsin," derken neyseki gelmedi üzerime.

Yine dolup taşmak üzere olduğum zamanlarım gelmişti benim ve ben sadece anlatmak istiyordum.

Bana bakış açısı değişecekti, ona anlatmadığım her gün ya arkamda koşmaktan bıkıp uzaklaşacak ya da kendi didikleyerek bulup, ona göre davranacaktı bana ve ben düzenlerini bozmamak için bu kadar uğraşırken...

Alaz bana sıkıca sarılırken bu defa tek elim havaya kalktı ama ona dokunmadım. Evin içinde saatler vardı Alaz, ama sanki sadece bir saattir buradaymış gibi hissettim o gittiğinde. Yalnız. Tıpkı devam eden günlerde ki gibi.

Ata sakindi. Hiçbirine yansıtmadı, benim yüzüme bağırarak itiraf ettiklerini. Biyoloji dersine girdi yine. Ben, sınıfın ortasında bütün gerçekleri haykıracak diye tetikte beklerken; o, sessizce dersi bitirdi.

Son konuşmamız bana pazar sabahı attığı mesajdı hala. Yüz yüze geldiğimiz anlarımız oldu ara ara, bana sadece gülümsedi çoğunda. Bu kadar. Ben kaçtım, haftanın ortasına kadar bir şeyleri bahane ederken asıl gözümden kaçanın yine Ata olduğunu bilmiyordum.

Ta ki, bu farkediş küçük sakin dünyamda beni öne iteleyen bir kaosa dönüşene kadar.

Günlerden çarşambaydı. İlk dört dersi sorunsuz atlatmıştık. Spor dersinin sahada kırk tur attıran eziyetinden kaçmak için, yağmurlu okul yolunda ayağımı burktuğumu bahane etmiştim bu defa başka bir yalanla. Hocam yine bana inanmadı ama  o kadar alışmıştı ki beni kendi dersinde aktif göremeyeceğine, bir şey söylemeyi o da bırakmıştı artık.

Cafeteryadaydım. Sınıf arkadaşlarım oradan oraya sürüklenirken, cam kenarına tünemiş , hafta sonu üzerinden geçmek için küçük fizik notları hazırlıyordum kendime. Hayır, olay bu değildi; bugünün hatırlanması benim hafızam için bile fazla mesai gerektirecekti.

O adamı hemen tanıdım. Sadece kendi halimde takıldığım o cam kenarında, bir arabanın okul sınırlarına girmesi çekmişti dikkatimi çünkü bu nadiren müsamaha gösterilen bir ayrıcalıktı. Aynı adam, aynı kısursuz takım elbise, aynı çehre ama bu kez daha net.

Orhan Sancak.

Anında oturduğum yerde dikleşerek boyumu yükselttim, dev camların ardında onu görebilmek için. Ama ayrıntılarına ulaşamayacağım kadar da uzaktı bana. Daha önce okulu ziyaret eden velileri görmüş olsam bile, küçük yaşta çocuğuna bu kadar sorumluluk yükleyen bir babanın, oğlunu okulda takip edecek biri olduğunu hiç sanmıyordum.

Ata günlerdir sakindi. Eğer onun için çağırılma durumu varsa bile buna sebep olacak hiçbir şey yapmamıştı çocuk. En azından benim göz hapsimdeyken ama beklediğim gibi gelişmedi olay.

İdari binayı geçti. Sırtım bir anda doğrulduğunda, kafamın içinde iki ses aynı anda çığlıkla yükselip çarptı birbirine.

Hayır Zeynep!

Yapmamalıydım biliyorum. Bu benim için bile fazlaydı ama nereden başlayacağını bilmeyen biri için, işe yarar bir şeyler bulabileceğime olan inancım o kadar fazlaydı ki...

Otur oturduğum yerde!

Kütüphene, çalışma odaları ve öğretmenlerin kişisel odalarının olduğu binaya geçtiğini gördüğüm an, masamda küçük bir kargaşa çıkararak biyoloji soru bankamı bulduğum gibi kalktım yerimden.

Bütün eşyalarım orada kaldı belki de son endişeleneceğim şey geri döndüğümde onları bulamamak olmalıydı. Ama endişem her adımım da daha da büyüyordu.

Akıllanmayan ayaklarım hızlı hızlı yürürken, beni vazgeçirecek şeyler getirdim aklıma. Annemi mesela. Burada yapmaya yeltendiğim şeyi görse, bu gün benim son eğitim günüm olurdu eminim.

Neden yapıyorsun bunu?

Geri dön! Karışma!

Bu ikiye bölünmüş kavganın hiç sırası değildi, kendi fikirlerim bile on parçaydı çünkü!

Gerçek bir neden mi istiyordu varlığım!? Aptalca, gereksiz, abartılmış...!

Kimse benim için bunu yapmamıştı çünkü. Kimse, her gün daha fazla boka saran olaylar karşısında, en azından bir yerinde elini taşın altına sokmadığı için bugün buradaydım ben.

Sezer geldi aklıma sonra. Verdiği çabayı, bütün nankör anlarıma rağmen kabul ediyordum her zaman. En azından bir beladan kurtarmıştı beni.

Beliz'e müdehale etmek , ailelerinin içine çekerdi beni, oraya müdehale edemeyeceğimi biliyordum ama en azından Ata'yı okulda huzurlu hissettirmek için attım ilk adımımı.

Sezer'de benim için bunu yapmıştı. Ve, iyilik bir zincirse eğer, sıradaki halkası da ben olmak için hiç bu kadar hevesli hissetmemiştim kendimi.

Zaman kaybetmedim, hızlı adımlarla binaya girip üst kata çıkarken  boğazımda atan nabzımı indirmek için sürekli yutkunarak , bir yandan da yürüdüğüm koridoru tepeden tırnağa kontrol ederek durdum o kapının önünde.

İçeriden hiç ses gelmiyordu. Belki Serpil hoca dersteydi belki o adam buraya bile gelmemişti ama bu ihtimallerle geldiğim yolu geri dönemeyecek kadar merak içindeydim.

Odaya yaklaştım. Asla içeriden onay almadan girmediğim kapıyı iki kez tıklatıp kola asılarak iteledim.

İçerideydi. İkisi de. Odanın ortasında sarılmış dururlarken. Siktir..!

"Ah..!"

Bu ses, bana; korku ise, gözgöze geldiğim adamın bana hissettirdiği negatif enerjiye aitti.

Ata'ya benziyordu. Ya da Ata babasına..? Saçmalıyordum. Gözlerimin ikisi arasında olması gerekiyordu adamın üzerinde değil ama bu öylesine zordu ki. Çok uzun değildi kilolu da. Orta kalıbındaki dik sırt ailede genetik olmalıydı ki duruşu Ata ile aynıydı.

Serpil hocanın hızlı geri çekilişine rağmen adam, o kadar acelesiz ve olağan bir anın ortasına geliyormuşum gibi umursamadı ki beni?

"Zeynepcim..?"

Biliyorum. Biliyorum hocam , aynı tedirginlik bende de var ama yine de... gülümse Zeynep. Biraz mahcubiyet lazım olacak.

Bir şey yap artık!

"Ben... afedersiniz. Biriktirdiğim sorularım vardı ve müsait olabileceğinizi düşünerek gelmiştim."

Serpil hoca, ben güldüm diye mi, yoksa gözlerimi Ata'nın babasında bir şeylerden haberdar olduğumu belli etmeden çektim diye mi bilmiyorum, o da gülümsedi.

"Sonra tekrar gelsen olur mu? Şu an misafirim var."

Adamın sakince aramızdan çekilişini ve masanın önündeki tekli koltuğa oturuşunu göz ucumla takip ederek sadece yarım adım içeride olan ayağımı hemen geri çektim.

"Tabi ki..." Gülümsemeyi sakın kesme. Kollarımın arasındaki kitabıma yapışarak kapı kolunu çektim ve adamla aramıza bir engel gibi koydum.

"Rahatsız ettiğim için özür dilerim."

Kapıyı kapattım. Buz kesmiş bedenimde, yanan korkunun ateşi  ayak tabanlarımda başladığı için adım atacak kadar hareket edebiliyordum sadece. O yüzden hızla uzaklaştım geldiğim yolu tekrar kullanırken. Binadan bahçeye çıkar çıkmaz, sürekli arkama bakmak istiyordum. Serpil hocanın penceresi bu tarafa bakmıyordu ama ben sürekli arkamı kontrol etmek istiyordum, güvende olduğumdan emin olabilmek için.

Beliz yaşında bir kıza göz koymuş adamın beni baştan aşağı süzüşünde art niyet aramak, haklı bir sebepti. Yapmamıştı, hatta bana bakmamıştı bile doğru düzgün... yine de ihtimali bile bedenimden bir ürpertinin geçmesine neden oldu.

Ben bu ihtimalle kafayı yerdim. Ata nasıl bu kadar sakindi!? Beliz'e yaptığı şeyi Alaz'a da yapabileceğini düşünerek nasıl aynı ortama giriyorlardı ki? Eski yerime geri gelip oturmuşken, bir elim çenemde, endişeyle yedim bitirdim bütün dudağımı.

Zil çaldığında yerimde irkilerek doğruldum, şu andan çok çok uzak geçmişe giden düşüncelerimin arkasında koşmaktan yorulmuşken.

Araba hala aynı yerde duruyordu, aklımdan öylesine planlar geçiyordu ki... hangisini hangi sırayla yapacağıma bile karar verememişken beni hazırlıksız yakalayan yine Ata'ydı.

Hayır şimdi değil. Üzerinde okul pantolonu ve kazağıyla belki de başka bir krizin üzerine yürüdüğünü gördüğüm an, bu defa aynı kitapla ama bu defa tamamen bir planla kalktım yerimden. belki hızlı hareket ettim; bu, planın yeni kurulmuş kolanlarını güçlendirmeden üzerine fazla ağırlık koymak olacaktı. Bir yerde yıkılabilir, elime yüzüme bulaştırabilirdim ama Ata'nın kendini ne kadar kaybettiğini görmüştüm o akşam.

Onu bu kadar düşünme!

Bir an durdu ayaklarım. Dört aydırlı buradaydım. Sivrilmemiş, dikleşmemiş, kalabalık koridorlarda kafamı kaldırarak farkettirmemiştim kendimi. Bunun sonunda ya göze batan biri olarak duyulursa adım?

Birilerinin korkudan çıkmayan seslerine, yalvarmadın mı sende?

Hızlanan nefesime yetmiyordu solunum sistemim. Ağzım açıldı, neredeyse durma noktasına gelen bedenimin yakınından bahçede gezinen bir sürü öğrenci geçip gitti ama, o çığlığın etrafımı saran duvarına çarpıp kıramadı hiçbiri.

Sen gördün, konuşsana!

Sen Ata'yı gördün Zeynep, buna kör olma.

İyi bir insan olmaya karar vermek için doğru bir zaman değildi belki de. Hiçbir zaman inançları tam bir kız da olamamıştım zaten , bendeki nefis bu kadarına yetiyor, diye söyleyip dururdum. Ama sadece empatiyle değil, bu kez diğerlerinden ayrı yerde tuttuğum biri için hızlandı adımlarım.

Dikkat çekmemek için aynı yolu ikinci kez gittim ama sonrasında şüpheli görünmemek için koşarak çıktığım merdivenlerin aksine, koridoru sakince yürüdüm.

Ata'ya yetiştiğimde, odanın kapısını çoktan açmıştı ve o kapı kapanır kapanmaz, arkasında kimlerin olduğunu bilmeden, neyime güvendim bilmiyorum, tek bir kez tıkladım sabredemeden daldım içeri.

"Zeynep?"

İçeride kimse yoktu. Panikle ve büyük bir tartışmanın içine düşeceğini sanan göğsüm belirgin bir şekilde şişip inerken, aval aval bakındım etrafıma.

"Beni mi takip ediyorsun sen?" Ata kısılan gözleriyle boş bulduğu odaya geliş amacını bırakarak bütün ilgisiyle bana döndüğünde, onun  buraya neden geldiğini bile bilmeyerek planımda ilk çatlağın sesini çıkardım.

"Şey..." Bu kadar kısa sürede nereye gitmişlerdi. İkisini de çıkarken görmemiştim ve eğer birbirleriyle sarılıp samimi olacaklarsa burası en ideal yer değil miydi?

"Sana soruyorum Zeynep..!" Sesini yükselterek bana doğru ayağını sürdüğünde yutkunarak başımı iki yana salladım hemen.

Toparlan ve sakın ona belli etme.

"Seni takip etmiyordum... ben..."

"Onları gördün mü?" Belli etme, diye uyaran o ses bir kez daha kafamın içinde bağırdı ama zaten karışmış olan aklıma geç ulaşan dalgaları yüzünden ben de geç verdim tepkimi ve bu olurken sonuna kadar açılan gözlerim çoktan cevabını vermişti.

Aynı anda harekete geçtik. Eğer yüzüne daha önce o kadar çok bakmasaydım asla anlayamazdım ama, bu kadar kısa sürede onu tanımak benim de isteğim dışında olmuştu. Kapıya yöneldiği an arasına girdim,tıpkı o akşam ki gibi durdurmak isteyerek.

"Çekil." Dedi, dişlerini sıkarak ama bu kez bana dokunmadı. Omuzlarıyla başı arasında, ensesine uzanan yerde, kendini sıkmaktan iki kas kütlesi birazdan dışarı çıkacakmış gibi şişmişti. Ellerindeki yumrukları da öyle.

"Böyle konuşmadık. Aynı tartışmayı yine mi yapacağız Ata? Sakin olur musun?"

"Zeynep çekil." Burnundan verdiği her nefes an geçtikçe kısalıyor ve sık alınan soluklara dönüyordu yine.

"Çekilirsem ne yapacaksın? Gidip onları mı yumruklayacaksın? Bütün okulun önünde ilan mı edeceksin? Hem..." daha cümlemi bile bitirmemi beklemeden, kulağına fısıldayan şeytanı savuşturdu gibi bağırdı, kulaklarımı sağır ederek.

"Sana ne lan sana ne!"

Gözlerimi bir anlığına sıkıca kapatsam bile kapıya uzanmasına engel olmak için onu, sahip olduğum bütün tahammülsüzlükle iteledim, birkaç adım geriye.

"Ne sana nesi be! Aptal mısın sen?"

Bir elim hala olurda boşluğumu bulur diye kapı kolundayken, bir adım yürüdüm üzerine, ben de sesimi yükselterek.

"Sana defalarca, anlatma, dedim Ata."

Bir parmağımı göğsünü delerim de,içindeki öfkeli kanı biraz akıtırım umuduyla defalarca bastırdım acımadan.

"İstemiyorum,dedim! Beni bu saçmalığa karıştıran sendin. Benim için, herkese her şeyi anlatacağını söyleyip, şimdi gelip bana sana ne diyemezsin!"

"Ona gelme dedim. O karıyı hangi delikte sikersen sik ama buraya gelme dedim!"

Yüzümü buruşturarak başımı sıkıntıyla iki yana salladım böyle konuşmasının verdiği rahatsız ediciliğe  itiraz ederek. Ama susmadı!

"Nasıl gördün? Ha?"

Burnumun dibine benden hesap soraracasına girerken , yüzünü benimle eşitlemek için sırtı kamburlaşmış, boynundaki damarlar vücudundaki bütün kanı yüzüne taşıyordu. Sanki birazdan sivrilen dişleri arasından taşacaktı damlaları.

O kadar korkutucuydu ki... "Arkamdan buraya koşturacak kadar neyi görmeme engel olmaya çalıştım..?"

Bir adım daha üzerime, sakin sesi ve yine tekinsiz yavaşlığıyla yaklaştığında, yüreğimi ağzıma getirerek bağırdı yüzüme doğru.

"Söylesene lan! Beni görmediğim ne gördün!"

"Yeter!" Ben de bağırdım belki de duyulmadı yardım çığlığım, bilmiyorum.

"Umrumda bile değil bundan aonra ne yaptığın Ata. Yemin ederim, seninle alakalı hiçbir şeyi umursamayacağım yemin ederim yapmayacağım bunu..."

Öfkeyle inip kalkan göğsümüz, onun, beni esir almış yeşil gözleri; benim, yüzüme dökülmüş saçlarım arkasında ona inat fısıldayışım...

"Ama bugün değil..." Başımı iki yana salladım gözlerimi ona meydan okurcasına bir avcı gibi kısarken.

"Senin de o lanet olası babanın da, belki de neye bulaştığını bilmeyen bir kadına zarar vermenize izin vermeyeceğim."

Bunu beklemiyordu. O kadar ani, o kadar gerçekçiydi ki, kıvrılan dudaklarındaki tebessüm...

"Annemi bile bile, o adamın altına girmekte sakınca görmeyen birini mi savunuyorsun bana?"

Seni ikna etmesine izin verme. Haklı olabilir ama ya sadece ailesine olan nefretle gerçek ayrıntıları atladıysa...

Biliyorum. Biliyorum bu nefrefle atılacak itiraflar değildi ama... o andan sonra ne söyleyecek bir cümlem kaldı, ne de tartışacak kadar bilgim.

"Bunu ben halledeceğim." Dedim ayak basarak.

Kabul etmediği yüzüne sadece bir salise de oturan kızgınlıktan belliydi.

"Sen hiçbir bok yemeyeceksin."

Beni hafife alma Ata. Ben bile içimdeki karanlığın dibine ulaşamamışken... yapma bunu.

Ona dik dik bakmamdan, iç sesimdeki bu uyarıyı duymasa bile, bir gün anladığında, geç olmamasını umdum... ikimiz için de.

Başımı iki yana sallayarak yutkundum. O da anladı ne yapacağımı; ben de, onun atağını. Ama kapı kolu benim elimdeydi.

Bunu umursamadan kapıya abanmaya çalıştı ve ben bilerek onun güç uygulamasına izin verirken, sanki bir mücadele veriyormuşum gibi aldattım onu.

Bütün gücümle kapalı kalması için itelediğim kapıyı bir anda bıraktığımda, Ata hafifleyen basıncı beklemediği için hazırlıklı değildi.

Elimin üzerinde duran eliyle, kapı koluna bütün gücünü verdiği için, ahşap yapı savruldu ve kendimi hazırladığım acı, beni tam da sol kaşımın üzerinden şiddetle vurdu.

Mecburen duracaktı.

"Ah!" Kendimi bu darbenin hizasına konumlandırırken keşke şiddetine de hazırlasaydım ama olan olmuştu bir kere.

Planım tuttu. Ben, göze aldığım can acısıyla geri çekilip, gerçek bir ağrı için çığlık artığım an; Ata, sendeleyen bedenim düşmek üzereyken tuttu beni.

"Zeynep!"

İnat Zeynep...

Gözlerim, plan dışı bir vaka için uyarı sinyalleri vererek, bütün odağını kaybederken; uğuldayan kulaklarıma rağmen, etrafımdaki sesleri ayırt etmeye çalıştım, ama nafile.

... buna değer umarım.

Bilmiyorum. Ben... Ata gitmeyi unutarak, bana sıkıca sarılırken, yarı yolda tuttuğu bedenimle birlikte, yavaşça çöktü yere.

Aptalsın...

Beni kınayarak silikleşen kafamın içindeki o sesi ararken, yere yatırılışımı ayırt edebildim önce; ardından, kapıya bakan gözlerimin hızla tavana kayışını ve başımın bilinçsizce arkaya düşüp tam orada kaldığını.

"Zeynep!"

Bu iyi bir fikir miydi gerçekten?

Elimi yüzümü yıkamam için daha öncede birkaç kez geldiğim revirin lavabosundaki ayna, kendimle yüzleşmek için doğru bir konumdaydı.

Bok vardı çünkü!

Bok vardı da, gidip başka insanların hayatlarına burnumu sokmuştum.

Teknik olarak, kaşını soktun.

Kes sesini!

Ben ve sol lobum, içten içe büyük bir sinirle bağırarak, olduğu yere sindirdik aramıza girmeye çalışan sağ tarafı ve kendi aramızdaki kavgaya geri döndük.

Darbeyi alan sol tarafım, haklı olarak söz sahibi olmak istemiş ama durumu kişiselleştirirken temsil ettiği mantıkla azarlıyordu beni.

Haklıydı.

Sol kaşımda, kapı darbesini aldıktan sonra geri düştüğüm için, şakağımdan saç diplerime doğru akan kanın taştığı bir yara açılmıştı. Şanslıydım ki dikiş gerekmedi, yeterince iz taşıyordum vücudumda. Ama bu kadar kana sahip olduğumu bile bilmiyordum ben.

Neyse ki kıyafetime damlamamıştı ve küçük bir gazlı bezle kapatılmıştı üzeri.

Gözlerimi sadece on dakika önce açmış ve nereden duydu, nasıl duydu veya ne biliyor bilmediğim Alaz, tüm o süre boyunca başımı beklemiş, şimdi de kapının hemen arkasındaydı.

"Zeynep? Yardıma ihtiyacın var mı?"

İç çekerek, yüzümdeki kanı temizlediğim ıslak peçeteyi çöp kutusuna attım.

Daha yeni başlıyorduk ve evet sağlam düşünen ve asla zonklamayan bir kafaya çok ihtiyacım olacaktı.

Aynadaki soluk tenime bakarak kuruyan dudaklarımı bir kez daha ağzımın içine alıp bıraktım, okuldaki akibetimden endişe duyarak.

Çok soru vardı, çok cevap hazırlamam gerekiyordu. Çalışkan bir öğrenciydim, halledemeyeceğim şey de değildi sorgulanmak ama Ata'ya ne olacaktı?

Gerizekalı! Ne geldiyse başıma onun yüzündendi. Neredeydi?

Ben, çelimsiz bedenimin bu kadar etkilenebileceğini düşünemeyip, hesapta yokken bayıldıktan sonrası hakkında o kadar meraktaydım ki.

"Zeynep?"

"Çıkıyorum."

İç çekerek yüzüme birkaç avuç soğuk su çarptıktan sonra, eğilip kalktığım için sallanan beynimdeki raflar devrilmesin diye bir elimle tutarak açtım kapıyı.

"İyi misin?" Alaz anında bana yok açmakla kolumdan tutup destek olma arasında kalarak, bir adım yana kayarken, bir omzu üzerinden sarkıttığı ama tutamları kontrolden çıkmış saçlarına ve en ufak bir duyguya hemen tepki veren beyaz tenindeki kızarıklığa baktım.

"Bence sana iyi olup olmadığını sormamız gerekiyor."

Ağlamış demek istemiyordum. Benim için bu kadar endişelnediğini gördüğüm an ona öylesine bir kuvvetle sarılırdım ki... duygu yüklüydüm ve bunun temas takıntımın bile önüne geçecek kuvvette olduğunu bilmek beni korkutuyordu.

"Ödüm koptu Zeynep. Ata elinde kanla bekliyordu kapıda."

Kaşlarını çatarak o anı tekrar düşünmenin ürpertisi geçip gitti titreyen kirpiklerinde.

Gözlerimi birbirine bastırarak, güçsüz hissettiğim bedenimi sedeyenin üzerine bıraktım. Sağlıkçı odası ile muayene bölümü arasındaki kapalı kapı arkasından hiç ses gelmiyordu. Bunu fırsat bilerek elimdeki tek kişiye sordum o anı.

"Nasıl öğrendin?"

"Ata aradı. Derse girmek üzereydik. Beni bile değil Fırat'ı aradı. Fırat ya Fırat, çocuğun beti benzi attı, o gerizekalı ne söylediyse artık."

Eminim ne yaptığımı Ata' da farketmediği için kendisinin suçu sanıyordu. Bana sonrası lazımdı ama en başından anlatmaya çalışan Alaz'ın ayrıntılarında bir şeyler bulurum beklentisiyle durdurmadım konuşmasını.

"Kimseye söylemeyin, demiş. Revire çağırması bir kalp krizi, onu kanlı görmek on tane daha kriz. Beni, bi' götürüp getirdi yemin ederim."

Oflayarak karşımdaki koltuğa çökerken, eliyle ensesini ovuşundaki sıkıntıyı izledim bu kadar narin oluşuna üzülerek.

"Tartışmışsınız. Yine." Buna önce üzüldü büzüşen dudakları, sonra o dudaklar arasında iki sivri diş göründü.

"Ama bak yemin ediyorum ki, bu defa karın ağrınız neydi oturup eşşek gibi anlatmazsanız bana, ikinizin de ağzına sıçıcam sonunda."

"Ağzına yakışmıyor." Alaz kısık sesli ayıplamama iyice sinirlenerek, bütün haklılığıyla bağırdı bana.

"Peki o kafana yakıştı mı, o yara ha!? Ya siz ne yapıyorsunuz? Anlaşamamak tamam ama, seni bayıltacak kadar neyin kavgasını verdiniz, ha!? Hem de Serpil Hoca'nın odasında! Bu tesadüf mü..? Ata disiplinde Zeynep!"

Sedyedem sarkmış sallanan ayaklarımdaki gözlerimi, hızla kaldırıp bana doğru eğilmiş bağıran Alaz'a çevirdim inanamayarak.

"Ne?"

"Ne, ne?" Bunu beklemiyor oluşuma inanamayarak alayla tekrarladı.

"Bu basit bir şey mi sanıyorsun! Sana, dahası bir kız öğrenciye şiddet uyguladı, bu özel bir kurum için ne demek biliyor musun?"

Bu bir soru değildi ama yine de korkarak iki yana çevirdim yüzümü yavaşça, bilmiyorum diyerek. Gerçekten bilmiyordum çünkü eski okulumda herkesin gözü önünde yediğim bir yumruk bile yeterli değildi suçlu sayılması için.
Bunu bile boş vererek, can alıcı yeri söylemesini bekledim.

"Öğleden sonra kurul toplanacak. Senin uyanmanı bekliyorlardı."

Siktir!

Ata!

Bir elimle alnımı destekleyerek, yüzümü kapatıp başımı kucağıma eğdim, beynimde çakan şimşeklerden birini yakalayıp göğsümdeki ağrıya saplayabilmek için.

Düşün. Canının neden acıdığını, ama mantığını...biraz olsun kendini düşün Zeynep.

"Ata nerede?" Diye mırıldanırken bile, sana kendini düşün, dedim, diye bağıran kafamın içindeki o sese karşılık hırladım kendi kendime.

Kendimi düşünüyorum zaten!

Evet bencil bir insan olarak kendimi düşünüyordum şu an! Annemin beni zorladığı bencil bir insan olarak, yine kendimi kurtarmaya çalışarak asla içimden gelmeyen şekilde, ama mecbur kalarak...

Alaz'ın cevap vermesine engel olmak ister gibi açıldı kapı. Onun yüzünde de, Ata ile benim aramda, hangimizin tarafına kalacağına karar verememiş bir ifade vardı çünkü.

Bana, Ata'yla yakın olmaları onun hatalarını görmezden geleceği anlamına gelmediğini, söylerken gerçekten de bu düşüncesinin arkasında durduğunu görmem için doğru bir andı.

Evet, Alaz öylesine konuşmadığını kanıtlarcasına şu an benim yanımdaydı ama yüzündeki huzursuzluk aynı anda Ata'nın da yanında olmak istiyordu.

Gerçekten suçlu kimdi bilmiyordu çünkü.

"Zeynepcim." Odaya giren hemşireye gülümsemeye çalışarak, beni burada daha fazla tutmaması için, iyi görünmeye çalıştım.

Bana nasıl hissettiğimi sordu, bok gibiydim ama yine de, "Beni zorlayacak bir ağrım yok," diyerek onu ikna etmeye çalıştım.

"Biliyorum dinlenmen gerekiyor ama önce müdürümüz seninle görüşecek, ardındna her ihtimale karşı hastaneye götüreceğiz seni."

Buna gerek olmadığını söylemem bir şey ifade etmedi çünkü ne müdürün huzuruna sürüklenmem ne de hastane, benim isteğime bırakılmamıştı.

Hemşire, herhangi bir süprize karşılık bana tekrarlamam için sıradan cümleler ve uygulayacağım birkaç komut verip, şimdilik kafamın içinde bir problem olmadığını test ettikten sonra sedyeden inmeme yardımcı oldu.

Koluma girerek bana eşlik edişi ve üst kata çıkmamız için bindiğimiz asansörden sonrasına gelemeyen Alaz'a son kez bakarken, süregelen sessizlik bana, hatırlamak istemeyeceğim anılarım kadar tanıdıktı.

Masumdum, çünkü bir koldan destek alarak yürüyecek kadar aciz görünüyordu dışarıdan, bedenim. Müdürün gösterişli kapısından da böyle geçtim, Ata'nın ve Serpil hocanın çoktan yerleştirildiği oval masaya oturtulduğumda gitti aklımdakiler.

Ata tam karşımdaydı, sadece bir anlığına bakıp göz göze geldiğim bakışları o andan sonra asla üzerimden ayrılmadı. Bunu bakmadan bile hissedebilecek kadar ona yoğunlaşmıştı algılarım.

"Zeynep kızım?" Büyük odanın taa diğer ucunda, dizüstü bilgisayarına gömdüğü kafasını kaldıran müdürümüz, bütün negatif havaya rağmen gülümseyerek selamladı beni.

Öğrenciler arasına çok katılan, elli küsür yaşında, sıcakkanlı ama disiplinli bir insandı. Kayıt gününü saymazsak, bu Renan Bey ile ikinci konuşmam olacaktı ve beni başaralarım yerine, patlayacak bir skandalla tanımış olmasının memnuniyetsizliği sindi hemen sesime.

"Hocam." Onu tek kelimeyle selamladıktan hemen sonra yutkundum ve elindeki bilgisayarıyla masanın arkasından çıkarak bize soğru gelişini izledim.

Nasıl olduğumu sordu, bana hastaneye götürüleceğimi ve henüz uzakta olduğu için aileme haber verilmekte acele etmediğini söylediğinde, gözlerimi kapatarak ona minneetimi sundum hemen.

Annemi arayıp onu buraya çağırsalardı eğer, annem gelir sağ kaşımı da o yararak saçımdan tuttuğu gibi götürürdü beni buradan.

"Seni çok yormayacağım. Adil bir iletişim olması için seni baskı altında bırakmadan , kurul ile değil, önce sizinle konuşmak istedim."

Gözlerim bir köşede, haki eteği ve ceketi içinde put gibi duran Serpil hocaya kaydığı an onun burada oluşunu sorgulamama karşılık müdür tekrar bilgi verdi.

"Serpil hocan olaya yakın saatlerde orada olduğu ve onun odasında yaşandığı için burada... Hocam lütfen siz de oturun," dedi ama onun yerleşmesini beklemeden tekrar söze girdi. "Şimdi..."

İkimizin arasına, masanın başköşesine otururken ellerini masanın üzerinde kenetleyerek diğerleri yokmuş gibi döndü bana.

"Her şeyi en başından önce sen anlat bakalım."

"Ben..." Ata'yı kontrol ettim benden önce bir şey söyleyip söylemediğini öğrenmek veya olayı başka tarafa çekmem için bana her hangi bir uyarı verecek mi diye?

Hayır. Bakmadı. Kollarını göğsünde bağlamış, yanağını iç taraftan ısırıp dururken koyu ahşaptan masanın üzerindeydi gözleri.

"Endişe edeceğim bir durum yok, kızım. Burada suçlu olan sen değilsin. Sadece kendi üzerine düşeni anlatmanı istiyorum."

Benim üzerime düşen, bir hiç olmalıydı. Benim üzerime düşen dağlar taşlar olsaydı da, ben bu kadar şanssız olmasaydım!

Anlattım. Soru sormak için Serpil hocanın odasına gittiğimi söylerken ki ses tonum olağandı ve ben Orhan Sancak'ı bile zorla da olsa sıradanlaştırarak konuya kattım.

"Odasında misafiri vardı ve ben de rahatsız etmemek için geri döndüm. Serpil hoca, sonra tekrar gelmemi söyledi. Görüştüğü kişinin gittiğini 4 teneffüste tekrar denedim şansımı."

"Misafiriniz bir veli görüşmesi miydi?" Renan Bey, Ata'nın hizasında bize en uzak yerde oturan Serpil hocaya sordu ama, Ata hiç istifini bozmadan mırıldanarak verdi cevabını.

"Babamdı."

Yokuşa sür Ata! Tek yaptığın, bu!

"Öyle mi? Veli görüşmesi için mi, Atahan sizin odanızdaydı Serpil hanım?" Diye sorduğunda, bu defa ben karıştım araya ve kimse başka tarafa çekmeden kendi yolumda tuttum, hızla ilerleyen ve bir yere çarpacağı artık kesin olan direksiyonu.

"Ben odaya tekrar geldiğimde sadece Atahan vardı içeride ve..."

"Ve?"

Önce ağzımdan çıkacak kelimeye odaklanmış Serpil hocanın kötü biri olmayışına baktım, ardından iyi biri de olmadığına. Hatalıydı ve ben her hatanın bedeli ödenir kanunlarına inandırılmış bir düzende yaşıyordum.

"Ata, sinirliydi. Bana bağırdı. Nedenini bilmiyorum ama Serpil hocayla derslerde de huzursuzlukları vardı ve ben bununla alakalı bir konunun üzerine denk geldiğimi sanır..."

"Bunun, yaşanılanlarla bir alakası yok!" Serpil hocanın ilk itirazı da buydu ama nafile.

Burada masum bendim ve eğitimci kişiliğini konuşturan müdürümüz de, desteğimi apaçık belli ediyordu bana. Ben de bunu kullandım ama her geçen saniye sonunda, vicdanım mıydı kaybettiğim; yok sa bu sessizlik, içine düştüğüm çıkmazdaki o yeni yalnızlığıma mı aitti.

"Serpil hocam, müsade ederseniz..." onu uyardı ve konuşmam için beni tekrar yönlendirdi.

Devam ettim; yutkunarak, Ata'ya şüphe çekecek şekilde bakmamaya çalışarak ve bu işin sonunda fırtına başlamadan oradan uzaklaşan kişi olmaya odaklanarak...

"... aralarında ne olduğunu bilmiyordum. Ata odada, Serpil hoca hakkında ileri geri konuşunca, haksızlık yaptığını düşünerek ben de itiraz ettim. Misafiri olduğunu, o yüzden belki de orada olmayacağını söyleyince, neden bilmiyorum iki kat sinirlendi. O beyefendinin Ata'nın babası olduğunu bilmiyordum."

Her şeyi bildiğimi, bu yüzden de konuşmaya hakim olan kişi mi sanıyordum kendimi, bu planı kurarken... ne yazık.

"Ata, Serpil hocayı savunduğumu söyleyerek üzrüme yürüdü. Savunup savunulacak ne olduğunu anlamadım. Tavrı beni korkuttuğu için, yalnız olmamız beni ürküttü, bu yüzden dışarı çıkmak istedim ama Ata, izin vermedi. Bana sürekli içeride kimi gördüğümü nasıl gördüğümü soruyordu ama öyle çok bağırıyordu ki..."

Başımı iki yana sallarken hızlanan nefesim bu defa yalan değildi. O anın tartışması ve Ata'nın gözünü karartmış nefreti karşısında öfkelenişim...

"O itiş kalkış anında kapıya bastırdı çıkmamam için, ben de aynı anda çektim. Ne oldu bilmiyorum, hatırlamıyorum, bir anda alnımda acı hissettim, gözümü açtığımda da revirdeydim."

Ritmik bir sesin aslında ne kadar rahatsız edici olduğunu tecrübe ettiğim neredeyse birkaç dakika geçti aradan. Renan bey, avucunu masaya düzenli aralıklarla hafifçe vuruyor, evliliğinin simgesi yüzüğü ise, ahşap yüzeyde tıkırdayıp duruyordu.

Huzursuzdu. Söyleyecek bir şeyim kalmamış; onun ise, duymak istediği ayrıntılara sıra gelmiş gibi, üzerimizde kurduğu psikolojik baskı karşısında, Ata'nın her şeyi mahvetmemesi için sorulacak bir soruya ilk atılan olmayı bekleyerek tetikteydim.

"Serpil Hocam...? Ata'nın, babası ve sizin hakkınızda bu kadar kızgın olmasını bir nedene bağlıyor musunuz?"

"Ha-hayır. Bunun için bir neden yok. Ben Atahan'ı diğer öğrencilerimden ayırmam ki. Derslerinde başarısız olması ve bunu velisine bildirmem bir suç olarak..."

"Babamı da, diğer velilerden ayırmıyorsunuz o halde, bunu mu anladık?"

Ata aynı yüz ifadesi, aynı duruşla, yüzünü hafifçe sağa çevirip apaçık yalan söyleyen Serpil hocayla bir ağız dalaşına hazırlanırken, ben bölmek istedim ama bunu kendi yaparsa içindeki nefret ateşi belki biraz olsun söner diye, çıkarmadım sesimi.

Serpil hoca sanki Ata yine, susup kabullenecekmiş gibi, can havliyle onayladı Ata'yı. Ona acıdım ama bu yerden sonra Ata'nın asla ona acımayacağını da görüyordum yüzündeki o alaycı küçük düşürücülükten.

"Elbette öyle neden böyle bir ayrım yapayım?"

"O halde bir şey daha anladık. Herkese eşit muameleyse... diğer bütün velilerle de yatıyorsunuz, sadece babamla değil?"

Bir yumruk öylesine bir kuvvetle indi ki masaya... Mahkeme duvarlarında yankılanıp göğsüme inen o tokmak bir kez daha vurdu korkuyu her zaman yanında tutan bedenimin en küçük zerresinde bile.

Gözlerimi sıkıca kapatarak, o darbeyi bekledim sadece.

O masadan ilk ben kaldırıldım. Kurul toplandı, bu kez de en küçük detayı bile anlatarak hastaneye gönderilirken, kapıyı kapattığım kapının ardında ne bıraktım bilmiyordum.

Bir kez daha soruldu bana, o kavga anı. Ve ben içim acıyarak baktım Ata'nın, artık olan olmuş gamsızlığı taşıyan yüzüne.

"Kapının önünde durduğumu biliyordu," dedim.

Beni, Serpil hocayla babasının ilişkisini saklamakla suçladığı için itip kalktı, o sırada kapıyı, bana çarpacağını bile bile açtığını, söyledim.

İlk yürüyüşümde kontrol ettiğim koridor kameraları benim yanımdaydı. Kapı açıldığında Ata ve benim durduğumuz yerler ve Ata'nın beni yolundan çekmeye çalışan uğraşı, ses olmadığı için, aslında bana kaba davranıyormuş gibi görünüyordu.

Serpil hocanın okulda son günü oldu.

Ama Ata...

Onu bir dertten kurtardım belki ama peki Ata'dan kendimi..?

Gözümün içine baktı, ben de bu defa bakışlarımı kaçırmadan bütün kurul önünde suçladım Ata'yı. Uzaklaştırma alışı birkaç günlük yok demekti, okul için. Benim içinse daha uzun olacaktı o saatten sonra, biliyordum.

Benden nefret edecekti, benden öyle bir iğrenecekti ki ona iftira attığım, babasının utancını herkese duyurduğum için, soğuyacaktı benden. Uzaklaşacaktı. Peşimde koşmayı bırak yüzüme bile bakmayacaktı, tam da istediğim gibi.

Yapmak istemezdim, dercesine baktım yüzüne; kurul önünde yüzleşirken.

Sen, yakınlaşmamız için her şeyi yapmayı göze almışken; tamamen uzaklaştırmak istemezdim bizi... içimdeki sızı bunun acısıydı. Mecbur kaldım ama kendimi de aramızdaki bu bağdan kurtarmalıydım.

Yaptım. Odadan çıkarken son kez baktığım gözlerinde o nefreti görmek için verdiğim bütün çabanın, aslında sadece kendime yaşatacağım büyük bir acı olduğunu bile bile, onu arkamda bırakmaya mecburdu, hayatım.

•••

•••

•••


Yorumlar

  1. Ellerine sağlık eliff güzel bir bölümdü. 💜

    YanıtlaSil
  2. Atanin bundan sonraki tavrinin ne olacağını çok merak ediyorum zeynep gibi dusunmuyorum cunku ben. VE SABİRSİZLİKLA BEKLİYORUMMM.💜

    YanıtlaSil

Yorum Gönder